Kentlerdeki binalar elbette mimari yapıları, yapılış tarihleri, semtleri ile önem ve kişilik kazanırlar. Tüm bunlardan en önemlisi içindeki yaşanmışlıklar, acılar, sevinçler, doğumlar, ölümler, o binayı daha da önemli ve kişilikli kılar.
İşte Ulucanlar cezaevi de tam bu tanıma uyan yapılardan biridir. 1920 yılında Ankara Kalesi’nde bulunan askeri birliğin depo ve at ahırları ihtiyacını karşılamak için yapılan, 1925 yılında hapishaneye çevrilen Ulucanlar Cezaevi…
ulucanlar cazaevi
ulucanlar cezaevi müze oluyor.Ankaranın Orta Yeri Ulucanlar
Namıdiğer At Ahırı, Tabutluk, Muhalif Hilton.
Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin çabaları ile Haziran ayında 15 günlüğüne ziyarete açılan Ulucanlar Cezaevi, 15 Ekim 2007 tarihinde de 15 günlüğüne tekrar ziyarete açıldı. Çeşitli etkinliklerin düzenlendiği ve canlı tanıkların söyleşilerinin, film ve sunumların yapıldığı Ulucanlar, Türkiye siyasi tarihine damgasını vurmuştur. Kalın duvarları arkasında binlerce acıyı gizlemiş At Ahırı. 1945’li yıllardan başlayarak muhalif yazarların, siyaset adamlarının, düşün adamlarının, muhalif gençlerin hapsedildiği, asıldığı ve öldürüldüğü Muhalif Hilton. 1-2-3-4-5-6 numaralı koğuşların tavanları ve mimari şekilleri ile tabutu andıran Tabuthane. İsmi ne olursa olsun, arkanızda bıraktığınız dostlarınızın, sizden sonra ipe mi gideceğini yoksa Hayata Dönüş Operasyonu’nda mı öleceğini bilmediğiniz için; tahliye olurken bile sevinemediğiniz Ulucanlar.
Ulucanlar Cezaevi, içinde yaşananlardan dolayı önemli bir yapıdır. 1964 yılında Talat AYDEMİR ve Feti GÜRCAN ile başlayan idamlar, 1972 yılında Deniz GEZMİŞ, Yusuf ASLAN ve Hüseyin İNAN ile devam etmiş; 1980’lere gelindiğinde ise Necdet ADALI, Mustafa PEHLİVANOĞLU ve Erdal EREN’in idamları ile adını defalarca Türk İdam Tarihi’ndeki kara sayfalara yazdırmıştır.
1999 yılındaki Hayata Dönüş Operasyonu’nda, 10 kişinin ölümü ve 100’e yakın kişinin yaralanması ile yine üzerine düşen tabutluk görevini yerine getirmişti.
Ülkemizin başbakanlarından Sayın Bülent ECEVİT’in, “Muhalif Hilton” koğuşunda bir süreliğine misafir edildiği, Yılmaz GÜNEY’in 8. koğuşta yatarken kitap ve şiirlerini yazdığı, “Duvar” filminin konusu Ulucanlar… “Uçurtmayı Vurmasınlar” filminin çekildiği Ulucanlar…
Gelin birlikte gezmeye başlayalım Ankara’nın Orta Yeri Ulucanlar’ı
Ulucanlar Cezaevi’nin girişinde sizi önce “kapıaltı” karşılar. Yaklaşık 10 metre uzunluğunda 4-5 metre genişliğinde bir koridordur burası. Tutuklunun cezaevine ilk girdiği ve ilk hoşgeldin dayağını yediği yer. Görüşmecinin getirdiği yiyecek ve giyeceklerin meydancıya teslim edildiği yer kapıaltı.
Kapıaltının devamında çıkacağınız meydan ise duvarları, idari binanın meydana bakan pencereleri ve anıt kavağı ile tarihe tanıklık eden yerdir.
Konuşabilselerdi eğer, duvarların ve kavağın anlatacağı o kadar çok şey vardır ki! Kavak, altına yapılan idam sehpalarını anlatırdı öncelikle. Sonra idama gidenlerin son anlarını, son haykırışlarını anlatırdı. Katıksız yalansız olarak anlatırlardı hem de. İdama gidenlerin sehpaya yürürken gösterdikleri cesareti, onuru anlatırlardı. Duvarlarda yankılanan son sözlerini, sloganlarını, taleplerini, son isteklerini anlatırlardı konuşabilselerdi eğer.
Ulucanlar’ın can noktası idam sehpalarının kuruldukları meydandan çıktığınızda, karşınızda yeni bir binayı (açık görüş yeri), sağ yanınızda ise bir dönem avukat görüşme odaları olarak kullanılan odaları ve sübyan koğuşlarını görürsünüz.
Cezaevlerinin bütün pis işlerini yaptırdıkları sübyanların acılarla, korkularla, eziyetlerle dolu koğuşlarını.
Ve yine binlerce umutla gidilen ve yeni umutlarla dönülen avukat görüşme odalarını görürsünüz.
Sola dönüp devam ettiğinizde yeniden bir meydana çıkarsınız.
Tam karşınızda Kadınlar Koğuşu sizi karşılar. Avlusuna girdiğinizde sanki bir yerlerden tanıdık gelir hemen. Duvarın dibinde gök yüzündeki uçurtmayı izleyen bir çocuk hayali belirir gözlerinizin önünde... İşte “Uçurtmayı Vurmasınlar” filminin çekildiği koğuştasınız.
Sol taraftan devam ederseniz “2. Kısım” Menderes Bulvarı’na çıkar ve tam karşınızda Muhalif Hilton’un iki katlı binası karşılar sizi. Yeni adıyla Şeftali Sokağı’nın sonundaki “Muhalif Hilton”.
Bulvara girdiğiniz an ilk sağda geçmişte (1945’li yıllarda) lokanta olarak kullanılmış, daha sonraki yıllarda (1970-80) tecrit olarak kullanılmış binanın yıkıldığını öğrenirsiniz. Tıpkı 20 metre sonra olması gereken 8. koğuş gibi. Taner AKÇAM ve arkadaşlarının tünel kazarak kaçtıkları yan yana 5-6 odanın bulunduğu 8. koğuş.
Biraz ilerlediğinizde ise Ulucanlar Cezaevi’nde ağaların ve kabadayıların kaldığı 7. koğuşa rastlarsınız.
Burası, kollarına taktıkları sübyanlar ile akşam üzerleri tura çıkmaları nedeniyle, Menderes Bulvarı sokağının adının daha sonra Şeftali Sokağı olarak değiştirilmesine sebep olan kabadayıların ve ağaların kaldığı koğuştur.
Biraz daha ilerlediğinizde sizi sağ tarafınızda 5. koğuş karşılar. Bir dönem siyasi mahkumların da yattığı, bahçesinde gökyüzünün kalın demir direklerle parçalandığı 5.koğuş. Tavanı tıpkı 1,2,3,4 ve 6. koğuşların tavanları gibi tabutu andıran 5. koğuş. Girdiğiniz koğuşlarda gözünüz elektrik düğmelerini arar… Hani evlerde olduğu gibi koğuşun girişinde sol tarafta olması gereken elektrik düğmeleri. Ama yoktur. Sorarsınız “neden?” diye. “Cezaevlerinde lambalar sabaha kadar yanar” der bir mahkum.
Ve hemen bitişiğinde komşusu 4. koğuş. İçeri girip kafanızı kaldırdığınızda tavanın üç yerinde pencereler görüp şaşırırsınız. Gardiyanların sabaha kadar gezip koğuşları kontrol ettikleri pencerelerdir bunlar. Yani sabaha kadar yalnız değilsinizdir. Burada da tıpkı 5. koğuştaki gibi bahçenin üzeri kalın demirlerle kaplanmış. 26 Eylül 1999 tarihindeki Hayata Dönüş Operasyonu’na sahne olmuş, 10 ölü ve 100’e yakın yaralı vermiş 4. koğuş. Belki de idam sehpalarının kurulduğu meydan ile birlikte cezaevinde en çok acının çekildiği, ölümün yaşandığı yer.
Yolunuz 4. koğuştan sonra Muhalif Hilton’a götürür sizi. Sayın Bülent ECEVİT’in de kaldığı, kapısından girdiğinizde sağında ve solunda birer küçük odası olan “Muhalif Hilton”.
Hemen sağ yanındaki kapıdan dumanlı vadiye gireceksiniz. 1970’li yıllardan beri gecekondu mahallelerinde yanan sobaların dumanının bastığı vadiye. Vadinin sol duvarı cezaevinin dış duvarıdır. Bu duvarın arkasında boş bir alan ve askeri bölge bulunur. Tel örgülerin bittiği yerde ise Ulucanlar Mahallesi’nin gecekonduları başlar, tıpkı cezaevinin bütün dış duvarlarında olduğu gibi.
Vadinin sonu sizi, geçmişte alt katında hücrelerin, üst katında ise o yılların iyi tokatçılarının, banka dolandırıcılarının, devleti soyanların kaldığı, son yıllarda ise tecrit olarak kullanılmaya başlanmış “lüks” odaların bulunduğu binaya götürür.
Dumanlı vadinin hemen sağında uzanan bu binanın alt katındaki hücreleri ziyaret ettiğinizde korkudan tüyleriniz diken diken olacaktır ve yıllarca buralarda insanların nasıl yaşadığını ve delirmeden çıkıp çıkamadıklarını soracaksınız kendinize.
Üst kata çıktığınızda ise devleti soyanları, dolandırıcıları rahat ettirilebilmek için elden gelen her şeyin yapıldığı “lüks” odaları görüp şaşıracaksınız.
Ve yine dumanlı vadinin hemen sonunda tek odalı, kendine ait havalandırması olan 9. koğuş, havalandırmasında sizi ağırlamak isteyecektir
Geri dönüp kadınlar koğuşunun yanından düz giderseniz 1. Kısım’a girersiniz.
Sol tarafınızda iç içe geçmiş odaları bulunan 19. koğuşu ve reviri, tam karşınızda ise 26 Eylül 1999 Hayata Dönüş Operasyonu’nda yaralıların getirilip “kontrol altına alınmaya çalışıldığı” “hamam”ı görürsünüz.
Reviri gezerken cezaevlerinde geceleri nöbetçi doktor ve sağlık personelinin bulunmadığını öğrenip “ya gece fenalaşan hastalar olursa?.. ” demekten kendinizi alamazsınız.
1. Kısım’da 1,2 ve 3. koğuşlar, mutfak, kapatılmış dört hücre ve daha sonraki yıllarda yeni bir ara kapısı açılarak bu kısma bağlanan 6. koğuş ziyaretçilerini beklemektedir.
Tavanları tıpkı 4 ve 5. koğuşların tavanları gibi tabut şeklinde olan 1,2 ve 3. koğuşlarda 1970’li yıllarda sol siyasi tutukluların (Deniz GEZMİŞ, Yusuf ASLAN, Hüseyin İNAN ve arkadaşları) bir dönem kaldığını, 1980’li yıllarda ise sağ siyasi tutukluların kaldığını öğrenip kendinizi bir anda sisli dumanlı 1970’li yıllarda hissedersiniz.
1. koğuşun bahçe duvarlarında ise son mahkumların değme ressamlara taş çıkartırcasına yaptıkları resimler hala ziyaretçilerini bekler.
2. koğuşun bahçesine girdiğinizde çok şaşıracaksınız. Bir havuz, bir söğüt ağacı ve bir de meyve ağacı sizi gölgesine çağırır. Bakın tam da karşı duvarın dibinde bugün görüşmecisi gelmeyen bir mahkum, sigarasını yakmış sırtını duvara dayamış, düşünceler içinde sigarasından derin bir nefes çekmekte. Belki oturup biraz dertleşmek, acısını paylaşmak istersiniz. Siz yaklaştıkça o uzaklaşacaktır.
3. koğuşun bahçesinde sayımdan hemen önce son voltasını atanlar, her dönüşlerinde birbirlerinin yüzüne bakarak içten dönerler. Cezaevinde sırtını dönmenin hesabının bazen çok yüksek olduğunu bildiklerinden olsa gerek. Birazdan sayım verip, sabaha kadar yanan floresan ışıklarının altında yemeklerini yiyip, “af çıkartılacakmış” sohbetine dalacaklardır.
Artık akşam olmuş ve geri dönme vakti gelmiştir. Geçmişte olduğu gibi koğuşlar sayımlarını verip yavaş yavaş kapılar kapatılmaya başlar. Ulucanlar Cezaevi’ni, üzerine çöken dumanların arasında bırakarak evinize gitme zamanıdır.
Yaşanmışlıklardır binaları anlamlı kılan.
İşte bu yüzden Ulucanlar Ceza ve Tutukevi, Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi, namıdiğer: At Ahırı, Tabutluk, Muhalif Hilton bunun için adım adım gezilmeyi ve korunmayı hak ediyor.
M.Mebrur HATUNOĞLU
ulucanlar cezaevi müze oluyor.